Animasyon Arayanlara: THE HOUSE
Animasyon izlemeyi sever misiniz? Yoksa diğer film türleri size daha mı cazip gelir?
Ben arada bir özellikle kafa dinlemek için animasyon izleyen tayfadanım. Bu kategoride çok sevdiklerim de var. Hatta bağ kurduklarım bile var. Buz Devri gibi. Buz Devri' nin veda introsundan çok etkilenmiştim örneğin.
Aslında çocukluğumda uzun zaman annemle güzel animasyon filmlerini kaçırmamaya çalışırdık. Okul yıllarında biraz o türe ilgim dağıldı gibi oldu. Son zamanlarda ise şahane kurgulu, iyi düşünülmüş yapımlar tekrar dikkatimi çekmeye başladı.
Geçtiğimiz aylarda Netflix üzerinden 'zaman geçirmelik ne izlesem?' diye aranırken The House adında bir filmle karşılaştım. İçeriğine hiç göz atmadan, doğrudan kapak fotoğrafından yola çıkarak izlemeye karar verdim. Filmin fotoğrafında keçeden şirin bir karakter vardı. Stop - motion çekimini izlemenin daha keyifli olacağını düşünüp, keçe çocuk sayesinde üç bölümlük, yaklaşık iki saatlik seriye başladım.
Belirtmeden geçmeyeyim The House bir yetişkin animasyonu. Çocuklar için çok fazla gerilim unsuru içeriyor.
Üç bölümde birbirinden farklı karakterler ve olay döngüleri var. İzlerken ara ara ürktüğüm de olmadı diyemem. Distopik, eğlenceli ve sürükleyici bir film. Bildiklerimizden biraz farklı senaryolar. J. Cortazar öyküleri gibi. ( Şu sıra Cortazar'a takığım 😉) Bu Üç bölümün tek bir ortak noktası var. O da tüm olayların, tüm o karakterlerin aynı evdeki farklı zaman dilimleri ve farklı koordinatlarda başlarına gelenler.
İlk bölüm iki çocuklu bir ailede başlıyor. Aile evlerini yeniden yaptırırken kendilerine bahçelerinde kaldıkları ve hizmet ettikleri diğer evden geçici konaklayabilmeleri için teklif geliyor. Evin rehavetine mi büyüsüne mi şaşaasına mı bilemedim ailenin ebeveynleri kaptırıp gidiyor. Zavallıcık yavrucaklar evin çıkmaz koridorlarında kendilerine kurtuluş aramaya başlıyor.
İkinci bölümde aynı evi başka bir yüzyılda modern dizayn edilmiş ve emlakçı faremiz tarafından bir şekilde elden çıkarmaya, değer biçilmeye çalışılırken buluyoruz. Eve gelen davetsiz ve kılık değiştirmiş misafirler emlakçımızın bütün planlarını alaşağı ediyorlar.
Son bölüm ise finaline yakışır bir duygusallık içeriyor. Bu bölümde yavaş yavaş suların yükselmesi ile evinin başına gelecekleri tahmin eden, evini pansiyon olarak kullanan bir kedi zamanla olacakları bilen pansiyonerleri ile vedalaşmak zorunda kalıyor. Ama onlar işletmeci kedi için yalnızca müşteri değil aynı zamanda da hayatına eşlik eden çok yakın arkadaşları. Hepsini birbir gönderirken kendi de gitmekle kalmak, evi kaderine terk etmekle kendi kaderini tayin etmek arasındaki ikilemde cebelleşiyor.
Senarist ise belki de hepimizin gereksiz yüklerimizi, vazgeçilmezlerimizi, saçma sapan bağlarımızı metaforik bir anlatımla her şeyin olup bittiği ' Ev ' üzerinden gözümüze sokuyor.
Üç bölümü de birbiri ardına merakla, izledim. The House tutarlı, yer yer tüyler ürperten, başarılı çekim tekniği, başarılı müzikleri ile gayet ödülü hakkeden bir antolojiydi.
İzledikten sonra da aklıma ilk gelen Cem Güventürk' ün 'Bazı insanların içine evler yaptık' karikatürü oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder