RIFKIN' ın FESTİVALİ, SALİNGER YILIM, ÇOK SATANLAR

   

    Bazen boş yapmak istediğiniz zamanlar oluyor mu? Hiçbir şey düşünmeden öylece bakmak isteriz, durmak isteriz. Canımızı sıkmayacak, herhangi bir şey hissetmeden, tek duyumuzla takip edeceğimiz şeylerle ilgilenmek isteriz  mesela. 

     Ben öyle zamanlarımda kitaplarımı da bir kenara bırakıp elimin altında ise film izliyorum genellikle. Spor yapmak da beyni resetleyen bir aktivite ama bazen ona bile hazırlık yapmak istemediğim oluyor. 

     Dün öylesi bir anımda bir şeyler bulup izlemek için bakınırken  birbirinin de paralelinde duran senaryoları olan üç filme denk geldim. Aklımdayken biraz onlardan bahsedeceğim. Üçü de  mizahla ikili ilişkilerin dinamikleri üzerinde dururken edebiyat ve sanata değinen yapımlardı. En sevdiğimse Rifkin' in Festivali oldu. O sebeple önceliği ona veriyorum.

    Rifkin' in Festivali; 2020 yapımı bir Woody ALLEN filmi. Amerikan- İspanyol - İtalyan işbirlikli bir film. Mekanlar, müzikler harika. San Sebastian  Festivaline giden bir çiftin birbirleri ve kendilerini merkeze aldıkları hayatlarını konu ediniyor.  Rifkin bir yazar. Son kitabını hayranı olduğu Dostoyevski niteliğinde  yazıp jübilesini yapmak istiyor. Bu sürece katkı sağlayacağını düşündüğü San Sebastian Festivaline de menajer olan eşinin işi dolayısıyla gidiyor. Burada geçirdiği zamanda ise hayatını değiştiren olaylar ve kararlar döngüsü yaşıyor.

    Mekanlar, hikaye, konunun yanı sıra ben en çok Rifkin' in son derece objektif monologlarına ve ALLEN 'ın günümüz ödül törenlerine yaptığı ince göndermelere bayıldım. Bir de Rifkin' in filmin bitiminde kurduğu ' belki de Sisifos haklıydı ' cümlesi bir önceki yazımın üzerine sanki benimle diyalog kurmuş gibi hissettirdi.👉 Tık tık

   İkinci filmim Salinger Yılım.

   Bir otobiyografi uyarlaması. Kısmen müzikal yönüyle yine mekan ve kitap iç içeliğini çok beğendiğim bir film. 

    Başrolümüz Joanna, Salinger' in edebiyat ajansında ajansın sahibi Margaret' ın asistanı olarak işe başlıyor. En temel görevi ise Salinger 'in hayranlarından gelen mektupları okuyup, standart cevaplar yazmak oluyor. Fakat okudukça  o standartın dışına çıkıp kendine özgü cevaplar vermeye, hissettiklerini yazmaya başlıyor. Aslında mektupları cevaplarken kendi yazarlık yolculuğuna adım atıyor ve kendini keşfediyor. 

   Ben Salinger Yılım' ı izlerken Amelie' yi izliyor gibiydim. Renkler, çekim açıları bana Amelie tadı verdi diyebilirim.

   Son bahsetmek istediğim filmim ise Çok Satanlar.

   Daha önce başrol oyuncularından Aubrey PLAZA' yı hiç izlememiştim. Bu filmden sonra çok sevdim. Biraz yaptığı işlere baktım ve kendine has tarzını fark edip daha çok sevdim 😊

  

    Filmin senaryosu şöyle; kitap editörü olan Lucy babadan kalma yayınevini borçtan kurtarmak için son hamlelerini yapmak üzere eski sözleşmeleri gözden geçirir. Ünlü ve yaşlanmış bir yazarın yayınevine bir kitap borcu olduğunu öğrenir. Lucy, huysuz ve emekli yazarımızın peşine düşer. Bir sorun vardır eski meşhur yazar döneminde takılı kalmıştır. Yeni kitabın tanıtımını yapmak için çıktıkları yolculukta birbirlerini daha iyi anlamaya başlarlar.

   Mesaj verme, ödül alma gibi kaygıları olmayan senaryoları ile bu üç film sıkılmadan izlediğim, hatta dinlendiğim filmlerdi. Denk gelirseniz kaçırmayın derim. 

   İyi bayramlar👋



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İTALYA GÜNLÜĞÜM - Napoli, Pompei Kenti, Sorrento Sahilleri

ANIT AĞAÇ

BİR ANNEANNE SÖZLÜĞÜ