KIBRIS' IN ACI LİMONLARI - 1 (Lawrence Durell)

  


  Çok keredir yeltenip her seferinde bir sebepten iptal olan, ertelenen bir seyahati gerçekleştirmenin haklı gururu ile yazıyorum bu satırları 😎

  Geçtiğimiz  yaz yeniden planladığımız Yavru Vatan gezisi mevzu bahsim. 15- 20 yıllık zaman diliminde ailemin her ferdi bilfiil tur bindirirken,  eşimle de  o rotayı hep ertelemişken bu sene artık  -Gidelim yaauuvv- dedik ve yola çıktık. 

   Bu yolculuk  birbirinden farklı düşüncelerimin   yer değiştirdiği, mutlu, yorgun ama buruk bir hisle döndüğüm, geçmişi, günümüzü, hatta geleceği  sorguladığım yani kısacası sadece bakıp çıkmadığım bir seyahat oldu.

   Canım Yavru Vatanım bu yolculuğun sonunda ''fikrimin ince gülü'' olarak bende kaldı.

   Günbegün neler yaptım, nereyi görmeli, ziyaret etmeliydim hepsini aktaracağım duvarıma. 

   Hadi başlayalım .... 

   İlk gün sabahın kör gözüyle, rötar yapacak olan uçağımız ile Ercan Havalimanına ulaştık. İndiğimizde sanki çöl ortasına inmişizcesine sıcak havayı suratlarımızı kavurana dek hissettik. Aslında geçtiğimiz yazın en sıcak yazlardan biri olduğunu düşünürsek, üstüne bir de mevsimin en sıcak günlerinde orada olmak pek doğru bir zamanlama olmamıştı. Ama göze almıştık artık. 

  Eniştemle buluştuk Lefkoşa' ya yola koyulduk. Vakit ilerlediği için genel geçer bir tur yapacaktık.  Turumuza Lefkoşa Surlariçinden başladık.

Surlariçi; M.Ö. Hükümdar  Lefkos' un şehri düşmanlardan korumak adına surlarla çember içine almasıyla şu anda da koruduğu halini ediniyor. Tarihi yerleri, daracık sokakları ile buram buram Endülüs kokan bir yer.

Çeşit çeşit kafe ve el işi dükkanlarının olduğu bir bölge. 







 Sokakları gezerken karşımıza çıkan Büyük Han' a giriveriyoruz.

 Büyük Han; bir kervansaray. Osmanlı mimarisinin adadaki en büyük örneği. Kıbrıs' ın Venediklilerin elinden alınmasından bir yıl sonra1572 yılında Osmanlılar tarafından inşa edilmiş. İki katında toplam 68 oda bulunan  Büyük Han  dışarıdan bakıldığında kaleye benzemekte.  Yıllar içinde bir dönem hapishane, bir dönem yoksul aileler için sığınak olmuş olan han, günümüzde de sanat galerisi- atölye ve el işi satış alanı olarak kullanılıyor.

  Büyük Han' ı gezerken pek çok sahafa, el sanatları dükkanına giriyoruz. İpekten yapılmış el işlerinin güzelliğine kayıtsız kalamıyoruz.

  Lefkoşa' ya gidildiğinde ilk görülmesi gereken yerlerden.




  Büyük Han' ın kuzeyinde ise Kumarcılar Hanı bulunuyor. Kemaneciler Hanı olarak da bilinen han, Büyük Handan sonraki en büyük Lefkoşa hanı. İki katlı ve 52 odalı olan hanın günümüzde sadece 44 odası kullanılıyor. Odaları mermer döşeme. Gotik tarzdaki girişiyle dikkat çekiyor.



  Oradan ayrılıp Girne Kapısına gidiyoruz. Lefkoşa' ya Kuzeyden girişi sağlayan üç kapıdan birisi burası. Doğu' da Mağusa, Batı' da Baf kapısı bulunuyor. Buranın bir dönem adı Edirne kapısı olarak anılmış. 

  Girne Kapısının biraz ötesinden Güney Kıbrıs tarafını görebiliyoruz. Tel örgülerin ardında aynı adada iki farklı ülke... İki farklı kültür, tek bir tarih ve onca acı. Bu fikir beni biraz şokladı hatta acıttı diyebilirim. Parmağımı tel örgüden Güney tarafına geçirebiliyorum. Kendimce bile saçmalık olan bu durumun izahı benim için oldukça zor oluyor.

  'Halklar her zaman kardeş'  ütopyası  dolanıyor beynimde. Peki zulümler unutulur mu?

  Çok garip duygularla oradan ayrılıp Lefkoşa sokaklarında yemek yemek için mekan arıyoruz. 

  Sonrası dinlenme zamanı.


  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İTALYA GÜNLÜĞÜM - Napoli, Pompei Kenti, Sorrento Sahilleri

ANIT AĞAÇ

BİR ANNEANNE SÖZLÜĞÜ